top of page
Yazarın fotoğrafıEbru Debbağ

Ürettiklerimizin ve Tükettiklerimizin Değeri

Oscar Wilde’ın çok sevdiğim bir sözü ile başlamak istiyorum:

“Her şeyin fiyatını biliyoruz, ama hiçbir şeyin değerini bilmiyoruz”.

Ben ekonomist değilim; ancak seneler boyunca global pazarda edindiğim deneyim ve çalıştığım sektördeki değişim beni neden-sonuç araştırmasına yönlendirdi ve farklı kaynaklardan ilgimi çeken içeriklerin bileşkesi ile zaman içinde bakış açımı ve değerlendirmelerimi zenginleştirmeye çalıştım. Bu paylaşımım da aslen giysilerimizin ve modanın sadece meta olmanın dışında, ortak yaşamlarımız ile ne kadar ilişkili olduğunu bir parça paylaşmak üzerine olacak, ancak öncesinde içinde çözüm önerileri barındıran ipuçlarına da değinmek istedim.


2. Dünya Savaşı sonrasında, büyümenin göstergesi olarak her türlü üretim artışının alınması ile gerek insanların refah ölçümü gerek ise üretimde girdi olarak kullanılan kısıtlı doğal kaynaklar formül dışı kalmıştır. 1970’lerde büyüme karşıtı olarak gelişen küçülme tartışmaları daha çok kısıtlı kaynakların sınırı üzerinde gelişirken 2001 yılı ile başlayan dönemde sürdürülebilir kalkınma fikrinin eleştirisi olarak karşımıza çıktı.



Küçülme öncelikle büyümenin eleştirisini ifade eder ve toplumsal bir amaç olarak ekonomik büyümeden ayrılmayı önerir. Toplumların üretim ve tüketimi adil bir şekilde kurgulayarak enerji ve hammadde girdilerini azaltmaları ancak daha az üretmek ile değil, daha farklı üretmek ile mümkün olabilir. Bir küçülme modelinde insanlar için her şey daha farklı gelişecektir; etkinlikler, ilişkiler, enerji ve kaynak kullanım şekilleri, üretilen malların yaşam süreçlerinin tanımı, cinsiyet rolleri, eğitim, paylaşım gibi bir sistemin oluşmasını ve işlemesini sağlayan birçok kavram ve mekanizma yeniden yapılanacaktır.


Birçok endüstride ve günlük yaşantılarımızda sistemin kırılganlığını ve küresel kaynak kullanımların eşitlikten çok uzak olduğunu Covid’in etkileri çarpıcı ve net bir şekilde görmüş olduk. İnsanoğlunun doğasında olan değer arayışının yeniden ön plana çıkması gerektiği ve daha çok sistem bakış açısı ile değerlendirmeler yapmamız gereken bir dönemeçteyiz. Bilim insanları çok fazla zamanımız kalmadığını söylemeye devam ederken her gün bir yenisini duyduğumuz iklim anomalisi haberlerini haber olmanın ötesinde sık sık yaşamaya da başladığımız bir dönemdeyiz. Bütünsel bir bakış açısı içinde, değer ve özerklik arayışımızı devam ettirecek yenileyici sistemler, tasarımlar kurgulayarak gerek doğa gerek ise kendi doğamız ile uyumlu olabilecek, birleştirici, katılımcı, şenlikli, üretken ve adil bir gelecek arzusu ve talebi içinde isek var gücümüzle çalışmamız gerekmeyecek mi?


Aral Denizi, Kazakistan ve Özbekistan sınırında bulunan ve dünyanın en büyük dört gölünden biri olan tuzlu bir göldür. Pamuk tarlalarının sulanması için bilinçsiz su tüketimi, Aral Denizi’nin kurumaya başlamasına neden oldu. Geçtiğimiz kırk yıl içinde gölün alanı on kat azaldı. Aral Gölü’nün kuruması sadece su sıkıntısını doğurmakla kalmadı, kuruyan göl çevre sorunlarını da beraberinde getirdi. Çevresel etkenlerin yanı sıra iklim değişikliği mevsimler arası dengesizliğe neden oldu. Hava sıcaklığı artarak nem oranı düştü. Gölün kendini çekmesiyle bölgenin en önemli geçim kaynağı balıkçılık sona erdi. Etrafında yer alan kasabalar, sakinlerinin göç etmesiyle bir bir yok oldu. Giydiklerimizin Aral Denizi’nin kurumasına neden olabileceğini düşünür müydünüz?


Hızlı moda akımının yayılması ile birlikte, üret-kullan-at düzleminde gelişen bir moda anlayışı ile günümüzde üretilen giysilerin değerini korumuyoruz. Ellen Mac Arthur Foundation’ın 2020’de yayınlanan herkese açık raporunda belirtildiği üzere moda sektöründe geri kazanım yapılamadığı için her sene 100 milyar dolarlık bir değer kaybı oluşurken yakmaya gönderilen veya toprağa terk edilen giysiler toplam üretimin %87’lik kısmını oluşturuyor.



Yine aynı raporda belirtildiği üzere moda sektörü senede 98 milyon tonluk yenilenemeyen kaynak tüketimi yapıyor ve yaygın olarak kullanılan plastik bazlı elyaflar için senede 342 milyon varil petrol tüketiyor. Yine polyester bazlı ve diğer plastik bazlı kıyafetlerin ev yıkaması sonucu senede 50 milyar plastik şişe değerinde mikro-plastik sonuçta denizlerde atık oluyor. Moda sektörünün küresel boyuttaki olumsuz etkileri ile ilgili paylaşabileceğimiz birçok fazla istatistiki bilgi var.


Son 15 yıl içinde moda tüketimimiz iki katına çıkarken (yaklaşık 1,3 trilyon dolar) aldıklarımızı kullanma oranımızda %36’lık bir düşüş var. Bir yandan daha çok tüketip daha az kullanıyoruz ve dolayısı ile daha fazla oranda atığa neden olup bu atıkları yakmaya çalışıyoruz veya toprağa terk ediyoruz.

Tüm bu dengesiz sistemi devam ettirmek için ise Aral Denizi gibi bir doğal güzelliği tamamen yok edebiliyoruz. Sistemin sürdürülebilir olmadığı ve bu şekilde devam etmemesi gerektiği de aşikar. Düz bir hat olarak tanımlayabileceğimiz üret-kullan-at yerine döngüsel bir yapıda kurgulayabileceğimiz bir çevrim ile kazanç ve büyümeyi daha çok platform yapısında, teknolojinin destekleyeceği yenilikçi sistemler ile tasarlayabileceğimiz bir geleceğe bakmak zorundayız.

Tedarik zincirini oluşturan paydaşların ortak çalışmaları ile gelirlerin çeşitlendiği ve adil paylaşıldığı, doğaya ve sistemin içinde çalışanlara sosyal baskı yerine zenginleştirilmiş canlandırıcı örnekler sunulabilecek bir geleceğe yönelmek zorundayız. Bu alanda başarılı örnekleri gördükçe ve deneyimledikçe daha fazla çözüm üretebileceğiz.


Değişim aslında zaten başladı. Yeni nesil tüketici fiyat yerine değer sorgulamaya, markalardan sorumluluk almalarını ve şeffaflık göstermelerini talep etmeye başladı. Yediklerinin, giydiklerinin iklim değişikliği ve gelişmekte olan ülkelerde ‘jean’ pantolonlarını diken çalışanların yaşamları ile ilgili olduğunu fark etmeye başladıkça üreticilerin ve markaların sorumluluk alanlarını geliştirmeleri ve genişletmeleri de kaçınılmaz oldu. Rekabetin tanımı kimin daha sürdürülebilir ürün ve üretim sunabileceği endeksine yerleşirken ülkelerin alacağı/aldıkları yapısal ve ticari ilişki düzenleme kararları ile hem üretenler hem de tüketenler evrimleşecek.


Özerklik insanların kolektif olarak kendilerini sınırlamalarını vurgular ve bu sınırlama sadece doğanın kurtuluşu için değil aynı zamanda farklı bir bakış açısı ve sistem yapılandırması ile kendi kullanıcıları tarafından yönetilebilen bir yapının müjdesini verir. Sınırlar önce bireysel, sonra da toplumsal seçimler haline gelir. Fiyat etiketleri, değerler deklarasyonu olarak yeniden tanımlanır.


Ebru Debbağ

181 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page