İklim değişikliğinin yaşantımızın ne kadar içinde olduğunu görebileceğimiz alanlardan birisi de üzerimizdeki elbiselerle açıklanabilir.
Giysilerimizin toprak, su, biyo çeşitlilik, hava kirliliği, atıklarımız ile olan ilgisini fark ediyor muyuz?
Sürdürülebilir bir yaşam hayali kurduğumuzda üretim ve tüketim sistemleri olarak küresel yaygınlığı en üst düzeyde olan moda sektörüne ve giydiklerimize de bakmamız gerekiyor. Bu konu derinlemesine ele alınması gereken, çözümler için birçok farklı disiplinin ortak çalışmasını gerektiren, veri eksikliği nedeni ile zaman zaman somutlaşmayan, bazı çevrelerce iklim değişikliği ile ilgilisi açısından doğru ilişki kurulmadığı için önemsizleştirilen bir alan.
Ben 30 senedir sahada, uluslararası çalışmalar yaparken, üretimin Batı’dan Doğu ülkelerine göçüne, ürün değerinin özellikle de 2000’lerin başında hızlanması nedeni ile ucuz fiyat etiketine dönüşmesine, neredeyse tamamında %100 pamuk kullanılan denim kumaşının, polyester ile birlikte şekillenmesine, tüketimin artarken üretimin de hacim bazında karlılık hesapları ile sınırsız yatırıma geçişine tanıklık ettim.
Şansım sektörün yenilikçi bakış açısının ve lider markaların geçmiş hikayelerinin şekillendirdiği denim ve jean üretiminde çalışıyor olmamdı. Bugün yine moda sektörünün genelinde denim ve jean üreticileri sürdürülebilirlik alanında rekabet ettiklerinden sektörün geneline göre daha tercih edilir konumdalar.
Üretimi şekillendiren en önemli rehber kimin için üretim yaptığınız. 1990'larda Levis, Lee ve Wrangler (şu anda Kontoor Brands) gibi hikayeleri ürün deneyimine, teknolojik gelişmelere, öğrenmeye ve sosyal etki yaratmaya dayanan firmaların tedarik zinciri parçası olmanın önemini sonraki dönemde daha da iyi anladım.
Moda endüstrisi insan ve doğa ile iç içe işler, geçmişi yorumlar, geleceği şekillendirmeye, toplulukların ve bireylerin kendilerini ifade etmelerini sağlar.
2000'li yıllar ile birlikte hızlanan ve modayı demoktratikleştirmek için ortaya çıkan hızlı moda akımı, markaların 2 değil 12 koleksiyon yapan, özen yerine rafa hızlı ürün koymak ve o ürünü hızla satmak üzerine kurulu, tasarım yerine podyumdaki koleksiyonu hızlıca ‘taklit’ ederek vitrine yerleştiren, üretimin nerede ve kim tarafından yapıldığından bağımsızlaşmış bir kurgu olarak işlemeye başladı.
Bu süreç aynı zamanda da modanın doğal kaynak kullanımını da göz ardı eder oldu. Hızlı bir şekilde satın alınan ve aslında tam da o hız nedeni ile kimsenin özgün olamadığı ve dolayısı ile aslen ‘moda’ ya ulaşmak ve kişiliğini ifade edebilme gereksinimini hisseden kullanıcının (tüketicinin) bu isteğini gideremeyeceği kocaman bir girdap oluştu.
"Dolabımdaki İklim Krizi" serisi ile yapmak istediğim olan biteni biraz derinlemesine incelerken hem saha deneyimimden örnekler vermek hem de çözüm önerileri sunabilmek için giydiklerimiz ile yaşantımızın bağlantısını aktarabilmek.
Doğayla uyum içinde bir yaşam için birçok alanda farklı bir yaşam seçmemiz gerekiyor ve bilinçli kullananlar olarak seçimlerimizin neler olduğunu da öğrenmeliyiz.
Sektörün entegre bir şekilde çalışabilmesi ve modayı kullananlar ve üretenlerin yakınlaşması gereken bir dönemdeyiz. Ben sürdürülebilirlik kavramı ile 2009 yılında tanıştım ve bu konuda son 5 senedir küresel çalışmaların yaygınlaştığını görüyorum ancak henüz yapacak çok işimiz var. Özellikle sosyal medyada moda ve sürdürülebilirlik konusunda liderlik yapmak isteyen ‘influencer’ ların verdikleri bilginin doğru ve kapsamlı olmasına özen göstermeleri gerektiğini de düşünüyorum.
Mc Kinsey raporuna göre moda sektörü 2,1milyar ton sera gaz salımı ile toplam sera gazı salımlarının %4'üne neden oluyor.
Moda dünyasının sera gazı salımı Fransa, Almanya ve İngiltere'nin toplam sera gaza salımına eşit.
Eğer global aksiyon planı alınıp uygulanmaz ise sektörün Paris Anlaşması gereğini sağlaması mümkün olamayacağı gibi sera gazı salımları 2030’a kadar 2 katına çıkacak.
Paris Anlaşması gereğini sağlamak için 2030’a kadar sektörün sera gazı salımı 1,1 milyar ton azaltılmalıdır.
Peki bu nasıl olacak?
Öncelikle sistemin yeniden tasarlanması gerekiyor ve bunun gerçekleşmesi için devletlerin, şirketlerin, akademisyenlerin, üreticilerin, eğitim kurumlarının, kullanıcıların bir arada çalışmaları ve projelerinin, pilot çalışmalarının hızlı şekilde yaygınlaşması zorunlu.
Ortadaki sorun tek ülkenin veya tek paydaşın sorunu değil, hepimizi farkında olmadığımız kadar etkileyen detaylardan oluşan bir bütün. Öncelikle hiçbirimiz sabah kalkıp bugün kaç varil petrol giyeceğim diyerek giydiklerimizi seçmiyoruz. Her sene giydiklerimizde kullanılan polyester üretimi için yaklaşık 70 milyon varil petrol kullanılıyor (Greenpeace) ve giydiklerimizde kullanılan elyafların % 63’ü petrol bazlı elyaflardan elde ediliyor.
Peki polyester ve diğer sentetik elyaflar neden bu kadar yaygın kullanılmaya başladı?
Öncelikle polyester, polyamid veya naylon gibi sentetik ürünler doğal elyaflara göre daha ucuz ve daha dayanıklı.
Yine doğal elyaflara göre daha az su ve enerji kullanarak temizlenebiliyor. Hızlı moda ile kullanımı artan polyesterin dayanıklı olması hızlı modanın temel anlayışına ters olduğundan geçerli bir argüman bile değil.
Denim kumaşından örnek verirsem, kullanıcıların daha rahat jean talepleri nedeni ile önceleri %2 spandex (elastan, lycra) ve %98 pamuk olarak geliştirilen denim kumaşlar kısa süre içinde yüksek satış miktarlarına ulaşınca, tight gibi jean’lerin tasarlanabilmesi için daha fazla polyester elyaf kullanılması gerekti.
Hızlı moda ve kullananların giydiklerindeki performans talebi birleştiğinde ve tasarım aşamasının sadece ürününü tüketiciye beğendirilmekten sorumlu olduğu kısıtlı anlayış ile yönlendiğinde karşımıza sentetik karışımlı elyaflardan oluşan ve ‘yenilik’ olan jeanler çıktı.
Markalar özellikle ilk dönemde daha ucuza üretilen bu jean'lerden daha yüksek kazanç bile sağladılar. Ancak her hızlı moda trendi gibi esneyen ve daha da çok esneyebilen bu ‘yenilik’ yaygınlaştıkça birim fiyatı düşmeye başladı.
Dolayısı ile markalar da karlılıklarını devam ettirmek için daha çok satmak üzere plan yapmaya başladılar. Tasarım aşamasında ise kullanım sonrası evre dikkate alınmadığı için ve son 2 seneye kadar bile tekstil ve giyim atıkları ya toprağa terk edildiği ya da yakıldığı için polyester kullanılan ürünlerin geri dönüşümü dikkate bile alınmadı.
Geçtiğimiz son 5 yılda karışımlı elyafların geri dönüştürülmek üzere ayrıştırılması için yoğun çalışmalar yapılıyor ve ciddi ilerlemeler kaydedildi. Yine de şu noktayı düşünmeye davet etmek isterim: Tasarım aşamasında geri dönüşüm ve kullanıcı sonrası ne olacak endişesi gözetmeden üretilen giysileri geri dönüştürebilmek için yeni teknolojilere gereksinim duyuyoruz! Bir sonraki yazımda bu yeniliklerden bahsedeceğim.
Polyester ürünler doğada 200 yıla varan süre içinde çözünebildikleri gibi yıkama ile birlikte mikro-elyaf bırakıyorlar. Denizlerdeki mikro-plastiklerin %25 inin giydiklerimizden kaynaklandığı (Fashion Revolution) düşünülüyor.
Bu mikro-elyaflar aynı zamanda atık su sistemlerindeki zararlı kimyasalları tutabiliyor ve gerek bu mikro-elyafları yutan deniz canlılarının sindirim sistemine gerek ise atık su sistemlerinde toprağa karışıyorlar.
2020 yılında yayınlanan raporlara göre Kuzey Kutbunda bile mikro-elyaf atıklarına rastlandı. Son dönemde kurtarıcı olarak tanıtılan geri dönüşümlü polyester konusunda da dikkat çekmek istiyorum.
Giydiklerimizdeki geri dönüşümlü polyesterler ağırlıklı olarak pet şişelerden geliyor ve tekstilden tekstile bir geri dönüşüm sürecini kapsamamakta. Geri dönüşümlü polyester elyafları mukavemetlerin kaybettikleri için tekrar geri dönüşüme giremez ve yıkama aşamasında mikro-elyaf bırakmaya devam eder. Ayrıca mukavemet düşüklüğü nedeni ile yine başka elyaflar ile birlikte karışımlı olarak kullanılmaları gerekir.
Kullanıcı olarak yapabileceklerimiz arasında:
Giysilerimizi satın alırken içerik etiketlerini incelemek, mümkün ise doğal elyafları, doğada çözünebilen polyester ve alternatiflerini tercih etmek
Satın aldığımız ürünün uzun süre kullanımının mümkün olup olmadığına dikkat etmek
Ürünün geri dönüşüm olasılığını sorgulamak
Giysilerimizi yıkarken mikro-plastik filtresi veya mikro-plastik filtresi olan çamaşır makinası kullanmak.
Polyester ürünlerin kullanımı konusunda önlem almak ve bilinçli kullanım alışkanlıkları yaratmak için yine işbirliği önemli olacaktır. 2020 Şubat itibari ile Fransa da tüm yeni çamaşır makinalarında mikro-elyaf filtresi kullanılmaya başlandı. 2019 yılında İngiltere’de Çevre Denetleme Komitesi tarafından (EAC) genişletilmiş üretici sorumluluğu kapsamında alternatif elyaf kullanımını arttırmak üzere hükümete bir teklif götürüldü ancak kabul edilmedi.
Amaç için tasarımın iş modelinin merkezinde olduğu, çözüm yaratmak üzere ortak çalışmalar ile yatırımlarının şekillendiği, alternatif kaynakların araştırıldığı, üretici ve kullanıcıların bilinçlenmesini ve davranış değişikliğini hedefleyen, kaynakların yeniyi değil, uzun süreli kullanım, geri dönüşüm ile var olanı kullanacağı bir sistem tasarımının gerektiği artık net.
Avrupa Yeni Düzen çalışmalarının temelinde modayı tüketen ülkelerin yakın zamanda alacağı kararlar net olarak belirtiliyor ve artık kısa dönemde AB’ye ve arkasında Amerika’ya ihraç edilecek ürünlerin tanımları da bu kararlar ile düzenleniyor. Gerek iş dünyası gerek ise bireyler olarak hem gönüllü hem de zorunlu olarak değişim kaçınılmaz.
Ebru Debbağ
Comments