Tarımı bin yıl önceki yöntemlerle yapmak zorunda değiliz, ilerleme olacaktır. Ancak insanı dışlayan, monokültüre dayanan ve biyoçeşitliliği yok eden bir endüstriye de mecbur değiliz, insan ve doğanın birlikte var olabilmesinin pek çok yolu var.
Her ne kadar fotosentez ile bitkiler topraktan su, havadan da karbondioksit alarak büyürler desek de günlük hayattaki beslenmemiz için yediğimiz bitkiler sadece su ve karbondioksit ile yetişmezler. Bu bitkilerin topraktan almaları gereken diğer başka mineraller de vardır. Bitkiler fotosentez sonucu ürettikleri karbonhidratlar ve bu minerallerle birlikte bize besin üretirler. Ancak uzun süre tarım yapılan arazilerde bu mineraller azalmaya başladığından toprağı desteklememiz gerekir. Bu destek de genellikle suni gübre kullanımı yoluyla yapılır. Oysa bir de doğanın kendi oluşturduğu gübre var ki aslında hem çevre hem de bizim için doğal yollarla toprağı beslemek çok daha akıllıca bir çözümdür.
Çok az düşünecek olursak topraktan aldığımız besinin yok olmadığını fark ederiz. Bizim sindirdiklerimizin dışında neredeyse bir o kadar besin daha soframıza ulaşamadan çöp haline geliyor. Döngüsel ve sürdürülebilir bir tarım için tüm kanalizasyon sistemimizi baştan düzenlemek gerekiyor olsa da bunun bugünden yarına gerçekleşmesi ihtimalinin çok düşük olduğunu aklımızdan çıkartmıyoruz. Ama yarısı midemize inmeden çöp olan gıda üretimimizi kolaylıkla tarlalara besin olarak geri döndürmek mümkün.
Yalnız bu gıda atığından kompost üretmek epeyce emek gerektirdiği için endüstriyel tarım bununla uğraşmaktansa suni gübre kullanmayı tercih ediyor. Bize söylenmeyen bir gerçek daha var, suni gübrenin içindeki azot dışındaki madenler de artık tükenmeye başladı. Suni gübre olmadan endüstriyel tarımı da başarmak zor. Bu doğal tarıma yönelmemiz için çok önemli bir sebep.
Az işçi, çok makineyle monokültür tarım çağı
Endüstriyel tarımın bir diğer özelliği de en az işgücü ile en fazla ürünü elde ederek maliyeti düşürmektir. Bunu sağlamak için de geçen zaman içerisinde gittikçe büyüyen, karmaşıklaşan ve bununla birlikte de pahalılaşan araçlar üretilmeye başlanmıştır. Bugün bu araçlara sahip bir çiftçi 100 sene önce belki de 100 çiftçinin üretebildiği kadar ürün üretebilmektedir. Yalnız bunun da bir bedeli vardır, bu bedel de küçük çiftçinin ortadan kaybolmaya başlamasıdır. Artık zamanımız büyük araçları alabilecek şirketlerin geniş arazilerde tek bir ürünü (monokültür) ekerek tarım yapmaları çağıdır.
Geniş arazilerde yapılan makine yoğun tarımın da temel özelliği monokültür tarıma yönelirken biyoçeşitliliği ister istemez yok etmesidir. Bu arazilerdeki değişik yerlerde farklı tür ürün yetiştirmek, hatta aynı buğdayın değişik cinslerini kullanmak bile hem gübre hem de tarım ilacı kullanımı bakımından neredeyse imkansız olduğu için tarım artık monokültüre dönmüştür.
Gıda üreticilerinin de en önde gelen isteği budur. Her buğday veya pirinç tanesinin aynı olması her elmanın aynı görünmesi beklenti haline gelmiştir. Oysa doğa tüm bitkilerin aynı görüntüde olacağı biçimde işlemez, çünkü bitkinin yamru yumru bir çıktı üretmesi doğanın fazla da umurunda değildir. Önemli olan besin özelliği taşıması ve tohumları uzağa saçabilmesidir. Tarladan ya da bahçeden üretilen bu yamru yumru ürünlerin önemli bir kısmı da daha masanıza bir biçimde ulaşmadan çöp olmaktadır. Aslında çöpe giden yamru yumru bir domates değil toprağın besleme gücünün bir kısmıdır.
Tarımı ve tarım yöntemlerini çeşitlendirmek
Bunu göz ardı edecek ya da bu atıkları bir şekilde kompost yaparak toprağa geri döndürecek bile olsak esas problem biyoçeşitliliğin kaybı olarak karşımızda durmaya devam ediyor. Ben tarımda kullanılacak tohumların kuraklığa, fazla yağışa ya da tuzluluğa dirençli olacak şekilde genetik olarak güçlendirilmelerini yanlış bulmuyorum. Ama tüm bu işlemlerin yapılabilmesi elimizdeki tohum çeşitliliğinin sağlanmasıyla mümkün olabilir. Biyoçeşitliliğin kaybı aynı zamanda gelecekte kullanabileceğimiz dirençli tohumların da yok olması anlamına gelir.
Son olarak içinde yaşadığımız Covid-19 salgınının hepimize bir şeyler öğrettiğini umalım. İnsanlar arasındaki uzaklıkların azaldığı zamanımızda Çin’deki bir şehirden çıkan virüs saatler içerisinde dünyanın her köşesine yayılma şansını yakaladı. Ne yazık ki aynı sorun bugün monokültür tarım yapılan bölgeler için de geçerlidir. Bir bölgede görülebilecek bir tarım zararlısı ya da hastalık hızla tüm alanı kaplayıp ürünü yok edebilme kapasitesine sahiptir. Bunu engellemenin yolu da Covid-19’dan da hızla öğrendiğimiz gibi yeni bir tarım ilacı üretmek değil, ürünlerin arasını açarak sorunun sıçramasına engel olmaktır.
Orman yangınlarını engellemek için kullanılan usulleri tarlalar için kullanmak akıllıca olabilir ama çok daha faydalı bir yöntem karışık tarım yapmaktır. Aynı tarlada değişik ürünleri birlikte ektiğiniz zaman, hatta tarımı meyve ağaçlarıyla birlikte yaptığınızda bu tür hastalıkların ve zararlıların işini çok daha zorlaştırmış oluyorsunuz. Yalnız o zaman da dev tarım araçlarınız bu tarlalarda işe yaramıyor ve çiftçinin el emeğine muhtaç kalıyorsunuz.
Bu gerçekliklerle gıda endüstrisi daha yeni yüzleşmeye başladı ve ne yazık ki hızla bir değişim geçirmeyecek olursa gıda fiyatlarındaki önlenemez artış tüm dünyada ciddi sorunlar yaratmaya başlayacak. Tarımı 10000 yıl önce yaptığımız şekilde yapmak zorunda değiliz. Bazı ilerlemelerin olmasını beklemek yanlış değildir. Ancak tarım endüstrisi son 50 yılda içinde barındırması gereken insan unsurunu masraf olarak görüp dışladığından şimdi çiçekleri tozlamak için robot arılar üretmek gibi aptalca fikirler üretmek zorunda kalmıştır. Oysa insan ve doğa birlikte var olabilir, hatta böylesi çok daha güçlü ve verimli olacaktır.
Levent Kurnaz
Kaynak: https://yesilgazete.org/neden-endustriyel-tarim-degil-2/
Comments