Sanayi devrimiyle birlikte endüstriyel üretim biçimlerinin yaygınlaşması, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmenin yanı sıra evlerimize giren her tür meta üzerinde değiştirici ve dönüştürücü bir etkiye de yol açtı. 1940’lı yıllarda başlayan Yeşil Devrim tarımsal üretim üzerinde endüstriyelleşme baskısı yaratarak çiftçiyi uçsuz bucaksız arazilerde tek tip ekim yapmaya, üretim girdileri olarak sentetik gübre ve pestisit benzeri tarımsal ilaçlar kullanmaya zorladı. En nihayetinde gıdaya mecbur olan bizler de toksik etkiler barındıran, kanserojen sebze ve meyveler tüketmeye başladık.
Tüm bu sanayi tipi üretim şekli evlerimize yeni birtakım ürünler sokarken uzunca zamandır evlerimizde bulundurduğumuz başka ürünlerin de evlerimizi terk etmesine neden oldu. Bugün ortalamanın bir hayli üzerinde meblağlar ödeyerek erişebildiğimiz organik gıdalar bir zamanlar mahallemizin baş köşesindeki manavların, her hafta sokağa kurulan semt pazarındaki tezgahların üzerini süslüyordu. Ne var ki sofralarımızı terk etmeye yüz tutan temiz ve sağlıklı gıda, endüstriyelleşme treninin evvelki duraklarda indirdiği tek yolcu değildi. Binlerce, hatta on binlerce yıldır kullanageldiğimiz tıbbi ve aromatik bitkiler de bu gidişattan nasibini almıştı.
Sizlere 2017 senesinde Adelaide Üniversitesi Avustralya Antik DNA Merkezi’ndeki bir grup bilim insanı tarafından yapılan bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. 42 ila 50 bin yıl yaşında olduğu tahmin edilen Neandertal iskeletleri üzerinde yapılan detaylı taramalar tarih öncesi insanların da bitkilerin şifalı dünyasından faydalandığını kanıtlar nitelikte. Bugün pek çoğumuzun sıkça kullandığı Aspirin ilacının etken maddesi bir kavak ağacı türünün (Populus trichocarpa) kabuğunda da bulunmaktadır. Neredeyse 50 bin yıl önce yaşayan bu eski insanın diyetine bağlı gelişen birtakım diş hastalıklarından mustarip olduğunu tahmin eden bilim insanları, Neandertalin dişlerinin üzerinde aynı kavak ağacından elde edilmiş bir etken madde olan asetilsalisilik asidin (ASA) kalıntılarına rastlıyorlar. Bu etken maddenin ağrı kesici özelliğe sahip olduğunu kuşkusuz eski çağlarda yaşamlarını sürdüren insanlar da biliyordu.
Aynı döneme ait bir başka Neandertalin dişlerinin üzerinde ise antibiyotik özelliğiyle bilinen penisilin maddesinin kalıntılarına rastlanıyor. İshal ve kusma semptomları gösterdiği düşünülen bu eski insan, vücudundaki zararlı bakterileri öldürmek için bilimsel adı Penicillium rubens olan bir çeşit küf mantarı tüketiyordu.
Çok eski çağlardan gelen bu kadim bilgiler nesilden nesile aktarılmış ve on binlerce yıl boyu insanoğlunun bitkilerin şifalı dünyasına yolculuk yapmasını sağlamıştı. Organik gıdayı raflarından kaldıran sanayi toplumu ise ilacı da endüstriyelleştirerek kutulara koydu ve tüketime hazır halde bizlere sundu. Birkaç jenerasyona tekabül eden kısa bir süre zarfında insanın gündelik yaşantısının bir parçası olan tıbbi ve aromatik bitkiler kentli insanın hafızasından kazınarak ilaç şirketlerinin ar-ge birimlerindeki yerini aldı.
Peki, uzunca zamandır kullanageldiğimiz bu tıbbi ve aromatik bitkilere evlerimizin baş köşesinde yeniden yer açmamız mümkün mü? Bu tıbbi bitkileri kullandığımız modern ilaçları ikame etmek amacıyla kullanmamız elbette tam manasıyla mümkün değil; fakat yine de birtakım şifalı özelliklerinden faydalanabilir, bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek, detoks yapmak, kozmetik ürünler elde etmek veya ateş düşürmek gibi nice farklı amaçlar için kullanabiliriz. Bu sayede hem ilaç endüstrisine olan bağımlılığımızı azaltmış hem de şifa ihtiyacımızı kendine yeter bir sistem içinde karşıladığımız için ‘tüketici’den ‘türetici’ bir bireye dönüşerek ekolojik ayak izimizi küçültmüş oluruz.
Sürdürülebilirlik yolunda böylesi bir adımı siz de atmak istiyorsanız bugün sizlere hemen bu işe koyulabilmeniz için harika bir bitkiden bahsedeceğim; antik Mısırlıların ‘ölümsüzlük bitkisi’ adını verdiği ve evlerimizde kolaylıkla yetiştirebileceğimiz bir bitki, Aloe Vera. Sarısabır otu ismiyle de anılan bu bitkinin Arap Yarımadasında ortaya çıkarak Akdeniz’e ve oradan da dünyanın geri kalanına yayıldığı düşünülmektedir. Her ne kadar kaktüs olmasa da kaktüsü andıran etli ve kılıç formunda yaprakları vardır. İşte bu yaprakların içinde yer alan ve şeffaf bir jel görünümünde olan bitki materyali pek çok şifalı özelliğe sahiptir. Aloe jel ismi verilen bu kısım anti bakteriyel özelliğe sahip olmasının yanı sıra hücre yenilenmesini hızlandırarak yanık, yara gibi cildimizde oluşan hasarların süratle iyileşmesini sağlar. Aloe jelle krem ya da merhem gibi topikal kullanımı olan şifalı ilaçlar hazırlayabileceğimiz gibi jeli doğrudan cildimize tatbik ederek de kullanmak mümkündür.
Öncelikle aloe vera bitkisini nasıl yetiştireceğimizden bahsedelim. Temin ettiğiniz bitkiyi cam önü veya balkon gibi evinizin kapalı kısımlarında rahatlıkla yetiştirebilirsiniz. Akdeniz iklimine uyumlandığı için soğuk havalarla pek arası olmayan bu bitkiyi bahçenize dikmeyi planlıyorsanız ılıman bir iklime ihtiyacınız olacak. Aksi halde havalar soğuyup don vakti gelmeden bitkiyi bahçeden saksıya naklederek sera veya herhangi bir kapalı ortamda kışı geçirmesi için muhafaza etmeniz mümkün.
Aloe vera kaktüs toprağını tercih etse de herhangi bir toprakta rahatlıkla yaşayabilir. Ben 1/3 kum, 1/3 killi toprak, 1/3 kompost karışımı hazırlayıp sağlıklı bitkiler yetiştirdim. Dolayısıyla toprak konusunda ciddi bir hassasiyeti olduğunu söyleyemeyiz; fakat yapraklarını geliştirmesi enerji bakımından maliyetli olduğu için bol miktarda güneş ışığını tercih edecektir. Yeterli güneş ışığı almadığında bitkinin büyümesi sekteye uğrar; 10-12 saat gibi uzun süreler aşırı güneş ışığına maruz kalırsa yapraklarda güneş yanığı meydana gelebilir. Bu sebeple bir orta yol bulup bitkinin kavrulmayacağı kadar az, fakat büyüyebileceği kadar da çok ve yeterli güneş ışığı almasına dikkat etmekte fayda var.
Aloe verayı çoğaltmak da çok kolay. Tohumdan yetiştirmek tabii ki mümkün; fakat bitkiniz yeteri kadar geliştiğinde kökten yeni yavrular verecektir. Bu yavrular 10-15 cm kadar boylandığında artık kendi başlarının çaresine bakabilir bireylere dönüşmektedir. Dolayısıyla anne bitkinin köklerinden dikkatli bir şekilde ayrıldıktan sonra yeniden dikilerek rahatça çoğaltılabilmektedir.
Bitkinizi aldınız ve şifalı amaçlar için kullanmak istiyorsunuz. Şimdi gelelim aloe jeli nasıl hazırlayacağınız kısmına. Bitkinin şifalı özelliklerinden faydalanmak için gelişkin yaprakları kullanmaya özen gösterin. Boyu 20 cm’den kısa yapraklarda etken madde oranı yeterli düzeye erişmediği için yeterli uzunluğa erişmiş ve bitkinin dış kısmındaki yapraklarını tercih edin. Yaprağı bitkiden ayırırken temiz bir bıçakla mümkün olduğu kadar dibinden kesin ve bitkiyi öldürmemek için hiçbir zaman yaprakların 1/3’ünden fazlasını hasat etmeyin.
Aloe vera bitkisinin içinde aloe jel dışında aloe lateks ismi verilen bir madde daha bulunmaktadır. Yaprağı gövdeden ayırdıktan sonra aloe lateksi ayrıştırmamız gerekir. Aloe lateks müshil etkiye sahip başka bir şifalı içeriktir; jel gibi cilde uygulanmaz ve doğrudan ağızdan alınır. Fakat aloe lateks kullanmayı düşünüyorsanız kesinlikle bir profesyonelden tavsiye almanız gerekir. Sarı renkli bu madde nadiren de olsa bazı kişilerde ciltte alerjik reaksiyona yol açabildiği için jelden ayrıştırılır. Bunu yapmak aslında oldukça basittir; ayırdığınız yaprağı kestiğiniz ucu aşağı bakacak şekilde bir kabın içerisine yerleştirin ve yaklaşık yarım saat kadar bekletin. Yaprak dokuda jelden bağımsız duran lateks yavaşça süzülerek kabın içinde birikecektir.
Aloe lateksi ayrıştırdıktan sonra aloe jeli çıkarmak için yaprağı adeta bir fileto gibi parçalamanız gerekiyor. Yaprağın sivri tarafından bir 5 cm kesip bu kısmı lateks yoğun olduğu için kompost kutunuza atabilirsiniz. Geri kalan kısmını bir bıçak yardımıyla önce fasulyenin kılçığını ayırır gibi kenarlarını keserek ayırıyoruz ve yapraklı kısmı jelli bölümden ortadan ikiye bölüyoruz. Daha sonrasında yaprağın en dış kısmında bulunan ve bir deri gibi aloe jeli çevreleyen yeşil kısmı jelden ayırıyoruz. Geriye şeffaf renkli aloe jelimiz kalıyor sadece.
Aloe jeli ihtiyaç duyduğunuzda taze bir şekilde hazırlayabileceğiniz gibi saklamanız da mümkün. Ayrıştırdığınız jeli buzdolabında saklayıp bir hafta içinde tüketebilir veya küp küp doğrayıp gerektikçe kullanmak üzere buzlukta muhafaza edebilirsiniz.
Ben aloe jeli kişisel olarak yanıklarımın iyileşme sürecini hızlandırmak ve ormanda bitki toplarken koluma bulaşan bir çeşit cilt mantarını tedavi etmek amacıyla kullandım. Rahatlatıcı ve serinletici etkisinin yanında yanıklarımın çok hızlı iyileşmesini sağladı ve kolumdaki cilt mantarını bir hafta içerisinde yok ederek başka bir anti fungal ilaç kullanma gereksinimi duymadan tedavi etti.
Aloe vera şifalı bitkiler dünyasına adım atarken bugün kolayca yetiştirmeye başlayabileceğiniz çok değerli bir bitki. Siz de hemen bir aloe vera edinerek bitkilerin şifalı dünyasına doğru bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?
Emre Barkın Keser
Comments