İklim değişikliği, küresel ısınma, hava, su, toprak ve gıda kirliliği gibi ekolojik problemlerin günlük hayatımızı doğrudan etkilemeye başladığı bu dönemde artık bireysel ve toplumsal olarak sürdürülemez olan bu yolda devam mı edeceğiz yoksa doğa ile ahenk içinde sürdürülebilir bir yola mı gireceğiz bunun kararını verme zamanı çoktan geldi.
Peki bugün yaşadığımız sürece nasıl geldik?
Bunu açıklayabilmek için öncelikle sizinle bazı sayısal verileri paylaşarak başlamak istiyorum.
DÜNYADA İNSAN NÜFUSU
1750 yılında---> 700 milyon
1900 yılında---> 1.6 milyar
2020 yılında --> 7.8 milyar
Dikkat ederseniz 1750-1900 yılları arasında yaklaşık 2 kat artan dünya nüfusu, 1900-2020 yılları arasında yaklaşık 5 kat artmış. Yani son yüzyılda nüfus aşırı hızlı artış göstermiş. Biz buna üstel artış diyoruz.
Nüfusun hızlı artışı ile beraber, barınma ihtiyacı, gıda ihtiyacı, enerji ihtiyacı, su ihtiyacı da üstel artış şeklinde hızla artmış ve artan ihtiyaçlar nedeniyle güzelim dünyamızın doğal kaynaklarını hızla tüketmeye başlamışız. Hem de öyle bir hızla tüketmeye başlamışız ki bir bakmışız sınırlı kaynaklara sahip bu dünya artık ihtiyaçlarımızı karşılayamaz hale gelmiş.
Şimdi içinizden bu da nereden çıktı, biz rahat rahat tüm ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyoruz diyebilirsiniz.
O zaman sizinle birkaç sayısal veri daha paylaşayım.
Ama önce bir tanım yapmam gerekiyor. Son dönemlerde sıkça duymaya başladığınız terimlerden biri.
EKOLOJİK AYAK İZİ: Bir insanın gıda, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan, atıklarını, çöplerini zararsız hale getiren kara ve denizlerin eşdeğer alanına Ekolojik ayak izi denir.
Dünyamızın bio kapasitesi göz önüne alındığında olması gereken ekolojik ayak izi 1.7 küresel hektardır. (1 hektar=10.000 m2)
Şimdi buraya dikkat etmenizi istiyorum.
Şu anda ortalama standartlarda yaşayan bir Amerikalının ekolojik ayak izi 8.1 küresel hektardır. (Global Footprint Network, 2017)
Bu şu anlama geliyor. Her birimiz ortalama bir Amerikalı gibi yaşasak ve tüketsek ihtiyaçlarımızı karşılamak için tam 5 tane dünya gerekiyor. Bir Amerikalının ekolojik ayak izi tam 39 Afrikalı'nınkine denk geliyor.
Bunları anlatırken amacım herhangi bir ülkeyi veya toplumu hedef göstermek değil. Bu küresel bir sorun. Örneğin bizim ülkemizden bahsedelim.
Türkiye’de ekolojik ayak izi kişi başına 3.5 küresel hektar. Yani bizim de bu yaşam tarzımızı devam ettirebilmemiz için 1.9 dünya gerekiyor.
Peki küresel ölçekte durum nedir? Şu anda küresel ölçekte ekolojik ayak izi kişi başına 2.8 küresel hektardır. (Yani 1.5 dünya)
Yani küresel ölçekte sürdürülemez bir yola girmiş durumdayız. Dünyamız ekolojik anlamda kritik eşiği aşmış durumda ve böyle devam ederse sonuç her üstel artışta olduğu gibi ÇÖKÜŞ…
Tek problem ekolojik ayak izi mi? Hayır!
Dünya gıda borsasını belirleyen 5 temel ürün buğday, mısır, soya, pirinç ve patatestir. Ne yazık ki bu ürünlerin tamamı GDO (Genetiği değiştirilmiş organizma).
Şimdi size biraz GDO’dan bahsetmek istiyorum. GDO’lu tohumlar toprağa ekildiğinde gelişmesi için kimyasal ilaç kullanmak gerekir. Elde ettiğiniz üründen yeniden tohum alıp ektiğinizde ürün vermez. Sadece bir defa ekilir. Yani GDO sizi hem tohuma hem de kimyasal ilaçlara bağımlı hale getirir. Oysaki doğal atalık tohumlar ekildikçe hem ürün hem de yeni tohum verir. Ekildikçe bereketlenir.
İklim değişikliği, kuraklık, erozyon ve hatalı endüstriyel tarım uygulamaları (toprağı derin sürmek-kimyasal ilaç kullanımı vb.) nedeniyle son 150 yılda dünya genelinde canlı (verimli) üst toprağın yaklaşık yarısını, son 40 yılda ise üçte birini kaybetmişiz.
Modern tarımda (endüstriyel tarım) 10 kalori gıda üretimi için 100 kalori enerji harcanıyor. Aradaki farksa fosil yakıtlardan karşılanıyor. Bu da küresel ısınma ve İklim değişikliğini tetikliyor.
Yani neresinden bakarsanız bakın mantıksız!
Oysaki modern tarımdan önce, 10 kalori gıda üretmek için 8 kalori harcanıyor. Yani sistem fazlalık veriyor, toprak üretiyor.
Endüstriyel tarımda kullanılan ilaçlara genel olarak PESTİSİT deniyor. Bu ilaçlardan birisi yabani otları öldürmekte kullanılan GLİFOSAT.
Glifosat, arazideki yabani otları öldürürken, topraktaki yararlı mikroorganizmaları, bitki ve hayvanları da etkiliyor. Önce toprağa ardından yer altı sularına karışıyor. Yer altı sularında 50 yıl bozulmadan kalabiliyor. Hayvanlarda ve insanlarda kısırlık ve kansere neden oluyor. Dünya Sağlık Örgütü, son dönemlerde, erkeklerde sağlıklı sperm sayısında, kadınlarda doğurganlık oranında azalma olduğunu bilimsel verilerle açıklıyor.
Bir kez daha belirtmekte fayda var. Küresel ölçekte sürdürülemez bir yola girmiş durumdayız.
Havamız kirli, suyumuz kirli, toprağımız ve dolayısıyla gıdamız kirli. Küresel ısınma, iklim değişikliği…
Peki sürdürülebilir bir yol var mı? Cevap EVET...
Çetin Özdamar
Comentarios